27 Aralık 2016 Salı

Papatya Çayı Gibi Kokuyordu...

Derin bir iç çekip korksam da başımı kaldırıp baktım gözlerine. O an... Biri içine taş doldurduğu kartopunu tam kalbime atmış gibi acıdı kalbim..

Yanağındaki yaşı gördüğümde zaferin aslında insanı ne kadar acılaştırdığını farkettim.. Anladım ki aslında yenilmişim.. İlk kez de değildi ama... Beni mutlu edeceğini düşündüğüm ne varsa daha eksik bırakmıştı.. Kendime ihanetin bedeli sanırım...



Kapıyı çekip ,zemin kata kadar indim. Hissettiğim tek şey soğuktu... İnsan ıssızlıkta üşüdüğü kadar üşür müydü Sibirya'da? Tek başımaydım ve beyin kıvrımlarıma kadar donuyordum...


Acının insan yüreğinin metanetinden utanıp teselliye başladığı zamanlar acı sahibi de bir miktar daha misafirperver olmak zorunda kalıyor neticede çağdaş motto belli işte acıyı sevip yüceltme üzerine.  Öldürmeyeninin güçlendirdiği geyiği vs vs vs... 



Güçlendirmeyen ne yapıyor? Heba ediyor.... Kendimi sorgularken acıyı pişmanlığa evriltebilmemi izliyordum gururla. Kaz kafam daha az acıtacağını düşünmüştü bu kararı alırken...

Sadece yarım saat içinde yaptığım bu devrimi ne yazık ki tek başıma kutlamak zorundaydım. Hayret acıya ilk boyun eğdirişimde yanımda kimse yok.. Oysa biz bu zaferi bizim kızlarla kutlamalıydık.. 





Aklıma geldiler ansızın. Ne kadar özlemişim hepsini. Ve yüzüme çarptı en ihtiyacım olduğu zaman yanımda olmayışları.. Bi haberlik nasıl koyuyor insana.. Kendi eliyle en sevdiği anılardan bertaraf olmak... D. bana küs ayrıldı bu dünyadan, E. de aşk acısına mani olmaya çalıştığım için küsmüştü en son.. Tek kelime haber alamadım o günden sonra Ege'nin o kıyısından E'den taraf... Birinin çocuğu oldu diğeriyse arkamdan kuyumu kazmakla meşgul... Ne de severiz dipleri bucakları.. Oysa "kalbim kanıyor" diye telefon ettiğim o bayram günü koşup gelmiştin ve  Atatürk'ün öldüğüne inanamayan Elif'e saatlerce kahkaha atmıştık seninle. Ne zaman nefret ettik birbirimizden ilk? Ah A. ah.. Ahlar dünyası işte..

Merdivenden indiğimde gözüm aynaya , burnum kokuya takılmış olsa da sese doğru gittim. Evgeny Grinko çalıyordu "it smells like camommile tea" papatya çayı gibi kokan neydi? Ona bu besteyi kim ya da ne yaptırmıştı? İnsan acı çekerken bir yandan da hayatla alakayı koparmamak adına dünyevi alakasızlıklar doldurur ya beynini.. Tam da öyle tüm bu lüzumsuzlukları düşünürken hemen yanımdan geçen 40larındaki karizmatik adamın ardı sıra yürümem tesadüf mü şuursuzluğum mu yoksa her şeye rağmen umudu korumak mıydı?  Parfümü midemi bulandırsa da niye hoş bulmuştum bu adamı? Londra'daki ciğeri beş para etmez kokuydu çünkü bu.. Midemi bulandırsa da yıllarca peşinden gittiğim... Kokulara anlam yüklemeyeceğim bir daha..

Belirsiz mutsuzluklarda denenmiş mutsuzlukların güvenini arıyor insan.. Test edildi onaylandı.. 

Hastanenin kapısı açıldığında yüzüme vuran yağmuru sevdim gözyaşlarımı stabil tutabilmemi sağladı en azından taksiye gidinceye kadar..

Takside anırarak ağladınız mı hiç? Yapmayın bazı taksiciler zarif oluyor "iyi misiniz? Biri mi öldü?" diyebilecek kadar hem de..

Öldü. Az önce kendimden bir parça daha öldürdüm aslında. Yendiğimi sandığım şeyin ne kadar anlamsız ve acınası olduğunu fark ettiğimde öldüm bir kez daha.. Zamansız acının gaddarlığı işte.. Gece yarısı ekspresi gibi saçmaydı. O saate acı konur muydu? Tarifelerin de bir adabı olmalıydı..

Aynaya bakarak "Papatya çayı" diyebildim "çocukluğum gibi kokuyordu"......





Hiç yorum yok: