17 Haziran 2018 Pazar

BABAMA...

Artık eski bayramların tadının olmadığını söylüyorlar. Seninle sohbetlerimiz geldi aklıma "büyüyünce göreceksiniz" demiştin sene 95ti... Bir şeyleri anlamanın büyümeye endeksli olduğu ve yaşanmışlıklarımın henüz algıma muhalif olduğu yıllardı. Bilincinde olarak mı  bilmem ama sustum. Bugün 30lara geldiğimde farkettim ki "meğer babam haklıymış"... 

Değişen bayram değil zira bayram kutlamaya gelen çocukların her birinin gözünde ayrı ışıltı.Değişen umut sanki "büyüyünce görüleninden"... Umut varken gözlerin de ışıltısı en berrağından çünkü. Çünkü giyilen bayramlıkların ütü çizgisinden bile umut sızıyor.  Bunları düşünürken aklıma geldi de "ben en son ne zaman bayramlık giymiştim baba?"

Bayramını kutlamaya geldim, odanda yoktun... 




Bazen inanasım gelmiyor öldüğüne. Ancak kapının ardına asılı gömleğin, şişesi yarılanmış parfümün, portmantodaki terliğini görmem lazım işlerin ters gittiğine ayılmam için.  

Terslik ölüm değil o, işin doğası tabii. Terslik hala alışamamak ve bu "alışmak" lafına bir ömür hazır hissetmeyeceğini bilmek.

Bugün de seni özledim, ağladım. Bugün de seni özledim, içim delindi. Bugün de odana geldim,  yoktun. 401 gün. Saydım...

Birini kaybetmek kontrolsüz bir acıya yol açarken insana her şeyi yaptırabiliyormuş "401" gündür bunu anlıyorum. Sen öldüğün gün buralara yazdım, sildim, yazdım, sildim... Yazdıklarımdan utandım bazen "bu ben değilim" dedim... Sevdiklerimin bazılarını kırdım bazen de yasın da verdiği legallikle sevmediklerimi dağıttım... 401 gün sonra yavaş yavaş kendimi ve kalemimi bulmaya başladım sanırım... 

Sana güzel haberler vermeye geldim, odanda yoktun...

Kıyafetlerinde kalan etiketler yarına çıkma umudu muydu? "Daha güzel günlerde giyerim" diye sakladığın her şey bana "daha güzel günler" umudu bıraktı da. Bilemezsin. Yanımda yokken bile bana nasıl güç verdiğini bilemezsin... Ve bunun ne kadar eşsiz olduğunu..

Kopuk kopuk içim tıpkı bu yazı gibi, kullanmadığım noktalama işaretleri gibi, hazirana rağmen hala açmayan güneş gibi vs vs vs 




Bugün babalar günüydü odana geldim yoktun. Ama bundan 4 yıl önce bir babalar gününde gelen kongre kitabını sana getirdiğimde "ne güzel aferin kızıma. Işığı kapat da çık olur mu?" Deyip beni orada öylece bırakmana hala gülüyorum. Düşünsene verilebilecek en güzel hediyelerden biriydi ve tv'de izlediğin bir tartışma programına kurban gitti :)))))))) Bugün söylemişsin gibi yapıyorum  mesela :)  Ya da bizimkini sıkıştırıp "ablana bak okuyor benim kızım okuyor sen?" Dediğinde "eee baba moda dergisi almış onu okuyo ben de bilgisayar dergisi okuyorum niye hep çifte standart azar atıyorsun" dediğinde "olsun okusun. Sen ders çalış" diyerek yaptığın manevraya gülüyorum hala.

 Annem, sen, ben masada otururken bir anda seninle göz göze gelip attığımız kahkahalar da hala baki. Bazı anıları saklamışım bazılarını da akrabalar saklamış mesela Aytül Abla geldi önceki gün "babanla birlikte pasajdaydınız o gün ben kuaförden çıkıyordum" dedi. Ben unutmuştum "o günü" hemen attım hafızaya. Olur da bir gün o pasajdan geçersem yanımda olacaksın yine Aytül Abla kuaförden çıkarken yollarımız kesişecek 99'un o gününde... Bu formül şu ana dek açık vermedi. 401 gün sonra da işlerliğini yitirmez umarım...

Mutfaktaki masanın üstündeki boş ilaç kutusunu gördüğümde panikledim geçen "babamın ilacı yazdırılacaktı "dedim. O an saniyelik bir zaman diliminde yine bizimleydin sen. Mutluydum ben. Eczaneye gitmek "angarya" da olsa... O saniyeler sonrasının hayal kırıklığınıysa anlatamam... Bazen de rüyalarıma giriyorsun mesela... Sarılıyoruz ve o kadar gerçeksin ki uyandığımda kollarımdan vazgeçmek istiyorum... 

Bir yavru köpeğin 4 patisini de kesmişler. Aklıma sen geldin "göstermeden ağlardı" dedim. Odana geldim yoktun. 2 kişilik ağladım...






365 gün sonra yine yazarım sana. Ya da 401 gün daha sonra.

Gömleğinde kalan etiketteki umuttan devam ediyorum "güzel günler yakında"... Bayramlar hala güzel sadece biz büyüdük. Dünya da kirlendi belki bilmem. Bildiğim tek şey bugün de seni özlediğim ve 401 gün sonra da bunun değişmeyeceği...

Sene 1998 olsun . Küçük ekranda Fransa 98 açık sen bana "en çok kimi seviyorsun" demişsin ben de Henry'den giriyorum, Zidane sanki biraz ırkçı diyorum "Fransızdan çok Fransız" tribimi atıp Bobo Vieri'yi ne kadar sevdiğimi anlatmaya başlıyorum.... Tüm bu anlamsız sohbeti mutfak balkonunda sana sodanı getirirken dinliyorsun muhtemelen hiçbiri de umrunda değil ama ben UEFA temsilcisi havasında anlatmaya devam ediyorum. Sen de tüm ciddiyetinle az sonra yağmur serpecek bulutlara bakarak anlattıklarıma kafa sallıyorsun. Gençsin o zaman bir 20 yıl kadar genç... 50lerin... Biraz daha vaktimiz olsa sana Baggio'nun 94te kaçırarak kahırlara gark olduğu penaltıyı telafi isteğini filan da anlatacağım....

Tam "bugün"de ayrılalım mı baba? Ilık bir akşam, dünya kupası fonda, sen arka balkonda, benim kıyafetlerimin ütü çizgisinden umut sızmakta... 98 en bir sevdiğim yıl! Sonrasını biliyorsun zaten...

401 gün sonra yeniden yazabilmek umuduyla... Belki de çok daha başka bir gündemle misal kaçırdığım penaltıları telafi etmişim filan ;) 




Bu bizim şarkımız hiç değişmeyeninden gidişinin fon müziği... Sahi Zeki Müren de seni görüyor mu oralarda?

Benim iki gözüm canım babam...