28 Mart 2018 Çarşamba

ŞUBAT AYI OKUMA LİSTEM










Neredeyse nisan ayı geldi çattı ama ben şubatta okuduklarımı ancak yazabiliyorum. Ne zaman bu yazıyı yazmayı planlasam sürekli bir meşguliyet araya giriyor. Her neyse en sonunda yazabileceğim :)


Eskiden akademik kitapları da yazardım ama artık listeye almamaya karar verdim. Bazılarının dilleri gerçekten ağır olabiliyor. O nedenle de çok ilgimi çekip, meraklısının çıkabileceği kitaplar olmadıkça onları yazmayacağım. Şubatı 6 kitapla kapattım. Başlayayım anlatmaya.




Miramar/ Necip Mahfuz: Sevgili Kitap Sevinci sayesinde "Aşk Zamanı"nı okuyarak tanışmıştım Mahfuz'la. Kurguları o kadar hoşuma gitti ki. Her kitabında bir şekilde ben de o kahramanlarla birlikte yaşama isteği uyandırdı. Bu kitabında Mahfuz, farklı sebeplerle sürgün hayatı yaşayan 6 kişinin Kahire'de, Miramar Pansiyon'da , biraraya gelişlerini ve daha sonra pansiyonda gelişen olayları anlatmış. Kitap 4 karakterin ağzından anlatılmış. İlk olarak Emir Vecdi'nin anlatımıyla başlayan kitap yine Emir Vecdi'nin anlatımıyla sonlanmış. Kitaptaki tüm kahramanların odağında ise pansiyonun hizmetçisi Zühre var. Olayları dinlerken dönemin Mısır'ına dair de bilgiler edinmeniz mümkün. Birazcık sıkılmıştım ilk başladığımda ama ilerledikçe kitabı sevdim. Bu kitapta da yine Kahire'yi görme isteğim depreşti :) Kırmızı Kedi Yayınları'ndan çıkan kitap 175 sayfa.

Çizgilerle Şili'de Allende'li Yıllar/ C. Reyes-R.Elgueta: Çizgi roman ve manga çok severek okuduğum türler arasında değildi ama bir gün "Uçma Sanatı" isimli bir çizgi romanla tanıştım ve bakış açım tamamen değişti. O, İspanya İç Savaşı'nı anlatıyordu. Bu çizgi roman da Şili'den çıkıp dünya siyasetinin bir dönemine damga vurmuş lider Salvatore Allende'nin başta olduğu dönemi anlatıyor.Şimdi her ay bir manga bir çizgi roman okuyayım hem geçiş kitabı olsun hem de okurken bir şeyler katsın istediğim için de içeriği dolu olanları tercih ediyorum.  Okurken hem çok üzüldüm hem de Allende'nin o dik duruşuna hayran kaldım. Allende'den azıcık bahsedeyim. Allende Latin Amerika'da seçimle başa gelen ilk Marksist devlet başkan. Marksizmi yeniden yorumlayarak Şili'de yapmaya çalıştığı işler bir süre sonra başkalarının hoşuna gitmemeye başlıyor mesela Amerika gibi... Vallahi okurken özellikle CIA'in adı geçince "hay gözü kör olasıcalar ya oraya da yetiştiniz he" dedim :) Beni en çok etkileyen yerse Allende'nin son konuşması oldu. Ben siyasi çizgi roman ve mangalara hayran olduğum için tabii ki bu da benim tavsiye listemde hoop en üst sırada yerini aldı :) Yordam Kitap'tan çıkan çizgi roman 124 sayfa. Eğer bunu okursanız ardından da lütfen Antonio Skarmeta'nın "Gökkuşağı Günleri" isimli kitabını okuyun. O kitap, Allende'den sonra başa gelen Pinochet dönemini anlatıyor.

"Sözlerim sitem değil hayal kırıklığı taşıyor. Umarım, kendi sözlerine ihanet edenlerin utancı olurlar"... Allende'nin son konuşmasından.

Dövüş Kulübü/ Chuck Palahniuk: Filmini izlemeye çalışıp yarıda bırakmıştım. Sene 99 olması lazım net anımsayamadım. Bu kitaba başlayayım dedim nasılsa filmi izleyeceğim yok... Ama olmadı yine uyuşamadık. Belki çok tüketildiği için ya da belki de benim tarzıma uymadığı için pek sevemedim bu kitabı. Konusunu minik bir özet geçeyim. Baş kahraman, hayatıyla barışık olmayan ve ölüm fikrine karşı takıntısı olan bir adam.  Kanser dayanışma gruplarına gidip oradaki konuşmalara katılır bu sayede bir gün aynı grupta konuşmalara katılan Marla'yla tanışır. Ve Tyler Durden da hayatına gecenin geç vakitleri , bar bodrumlarında yapılan dövüşerin organize edildiği "dövüş kulüpleri" ile girer. Bana çok hitap etmese de kitlesi olan bir kitap elbette ama tavsiye listemde değil. Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan kitap 223 sayfa.



Dubrovski/ A. Puşkin: Yakın görüştüğü, zengin bir aile dostu ile girdiği bir tartışma sonucu çiftliği elinden alınan derebeyi bay Dubrovski bir süre sonra üzüntüden hastanır ve ölür. Oğlu genç Dubrovski ise babasının ölümünün sessizce kapanmasına izin vermeyip, babasının intikamını almak için eşkıyalığa soyunur. Kitabın arka kapağında "Robin Hood" benzetmesi yapılmış kitap için. Gerçekten de eğer arkada yazmasaydı da benzerlik akla Robin Hood'u getiriyor. Peki sevdim mi? Bazı klasikler bende inanılmaz bir etki yapsa da bazılarına "nötr" kalabiliyorum. Dubrovski de onlardan biriydi. Ne çok sevdim ne nefret ettim. Eğer sizin de benim gibi her ay bir klasik okumak ya da ne bileyim klasiklerin en azından okuyabildiğiniz kadarını okumak gibi bir hedefiniz varsa okuyun ama öyle bir gayeniz yoksa ısrarla tavsiye listesine aldığım bir kitap değildi. Kötü bir kitap değil ama hani zaman önemliyse ve farklı kitaplara ayırma isteğindeyseniz önceliği diğer kitaplara verin derim. Kırmızı Kedi'den çıkan kitap 144 sayfa. Kırmızı Kedi'nin çevirilerini çok sevdiğimi de buraya ekleyeyim. 

Pazartesi ya da Salı/ Virginia Woolf:  
Benim Virginia Bacım dünyada en sevdiğim yazar olabilir mi? Vallahi de olabilir :) Onun o bilinci akıştırması , efendime söyleyeyim olayları muazzam güzellikte sunması ve hem sakin sakin anlatırken hem de sizi,  kafanızı yormaya sevk etmesi... Yani ben kalp Virginia :) Bu kitap, onun öykü kitabı. Henüz bilinç akışı tekniğine pek bulaşmadığı dönemlerinden bir kitapmış. İlk iki ya da üç öyküde "aaa insanlara Woolf okumaya başlamaları için bu kitap önerilebilir sanki" dediysem de  Virginia bu hiç kolay okunası bir şey yazar mı? İyi ki de yazmamış. Siz yine de Orlando'dan başlayın kendisini okumaya. Bu kitabı da yine feminizme dokundurmalı ve hatta hafiften bilinç akışlı öykülerle dolu bir kitap hatta bir öyküsünde Mrs. Dalloway'e de selam duruyorsunuz. Ay aldım sazı elime yine. Beni Virginia hakkında konuşturmayın vallahi susamıyorum :) Ben çok seviyorum ama herkese aynı ölçüde tavsiye edemiyorum. Karışık, okuması zor hatta "sıkıcı" olduğunu düşünenler de var. Tamam sizi okurken yer yer yorabilir ama biraz da yorsun yahu kavga edin azıcık. Olmaz mı? :) Kırmızı Kedi Yayınları'ndan çıkan kitap 216 sayfa. Virginia Woolf kitaplarını sadece ve sadece Kırmızı Kedi'den alıyorum. Zaten zor bir dili var siz siz olun bunu kolaylaştırmaya katkı sağlayan çeviriler seçin. Jacob'un Odası"nı İthaki'den okuduğumdaki hayal kırıklığımı hala anarım...



A'dan X'/ John Berger: Hiç Berger okumamıştım ve ilk kez bu kitap vasıtasıyla tanıştım yazarla. Arkadaşım Sevin'in hediyesi olunca ayrı öneme sahipti ve hemen okunmalıydı :) Gerçek bir hikayenin satırlara dökülmüş haliydi kitap. Kapatılan bir cezaevi hücresinde üç tomar mektup bulunur ve bir şekilde yazarın eline geçer. Mektupları okuyunca çok etkilenen Berger bu mektupları kitaplaştırmaya karar verir. Mektuplar kahramanlarımız "A ve X" arasındaki yazışmalara aittir. "A" kitapta Aida olarak isim bulsa da "X" müebbete mahkum olan bir suçlu olduğu için ve şahıslara sorun oluşturmaması adına hiçbir zaman isimlendirilmemiş ve hatta Aida gerçek isim mi yoksa yazar tarafından verilen bir isim mi o da mechul. Aida ve X iki sevgili ancak X terör suçundan müebbet hapse mahkum olunca iki sevgili mektuplarla haberleşmek dışında bir şey yapamaz öyle ki , evlilikleri bile yetkili mercilerin izin vermemesi yüzünden gerçekleştirilememiştir ama aşk engel ya da mesafe tanır mı? Aida'nın X'e yazdığı satırlar aslında günlük hayattan parçalar bir nevi günlük gibi ama tüm o mektupları okurken Aida'nın sadakatini ve aşkını o kadar hissediyorsunuz ki... Bu aşk aslında çok tanıdık bir histi benim adıma... Beni alıp çok tanıdık o yıllara götürdüğü için ben bu kitabı biraz daha fazla sevdim. Eğer yapabileceğiniz tek şeyin mektup ya da uzun mailler yazabileceğiniz bir ilişkiniz olduysa siz de kendinizden bir şeyler bulacağınız için eminim seveceksiniz... Metis Yayınları'ndan çıkan kitap 185 sayfa.


"Umutla beklenti arasında büyük fark var. Beklenti bedene ait, umutsa ruha" diyordu Aida ve bu sözü okuyunca umudu biraz daha sevdim ben. Umut hep olsun ve ruhlar her daim canlı kalsın diliyorum! 


Buradan da alışıldığı üzere her yazıda olduğu gibi bu yazının da mesajını vereyim. Ahahah aferin kendime ya hep bi pas hep bi gole gitme fırsatı..:))))  


Brezilya'ya selam yolluyorum buradan. Beklentiler ve arayışlar hayatta olduğumuz insanı şekillendirirken asla bulamayacağımız şeyleri aramaya da sevk edebilir bizi. Brezilya güzel,  Brezilya güneşli. Oralarda sosyalleşip, çevreyi tanımak lazım ve ilgilenmediğimizi iddia ettiğimiz hayatları çok da şeyapmamak lazım :)  Oldu hadi ben kaçtım  ;)